18 Kasım 2018 Pazar

Fantastik Canavarlar Grindewald'ın Suçları

Herkese merhabalar.  Geçen hafta vize haftasında olduğumdan dolayı yemeyip içmeyip kütüphanede ders çalıştıktan sonra, hafta sonu kendime ödül vermek istedim ve kendimi sinemada buldum. Tabii ki o sinemaya her türlü gidecektim çünkü Fantastik Canavarlar'ın ikinci filmi gelmişti. 



Öncelikle şunu belirtmeliyim ki Fantastik Canavarlar'ın birinci filmi beni gerçekten çok tatmin etmemişti. Sorun filmde değil, film gayet başarılı bir filmdi aslında ama bir Harry Potter filmi gibi düşündüğümden ve yeterince alışık olduğumuz büyücü dünyasından iz bulamadığımdan beğenmemiş olabilirim. Sanki Doctor Who yılbaşı özel bölümü falan izliyor gibi hissetmiştim. Fakat 2. filmde fazlasıyla kurtardıklarını düşünüyorum.

-SPOILER- 



fantastic beasts the crimes of grindelwald ile ilgili görsel sonucu
2. film kitapları okuyanların aşina oldukları bir karakter olan Grindewald üzerine kurulu. Bildiğimiz gibi Grindewald ölüm yadigarlarının peşinde olan ve büyücülerin dünyaya hükmetmesi gerektiğine inanan bir karakter. Aynı zamanda Albus Dumbledore'un gençlik aşkı. Filmde anlıyoruz ki Albus Dumbledore ve Grindewald'ın gençken verdikleri bir kan yemini yüzünden birbirlerine karşı savaşamıyorlar. Bu yüzden  Albus Dumbledore, Scamander'e gizliden gizliye bir görev veriyor. Aslında görevi Grindewald ile savaşmak değil fakat konunun oraya geleceği çok aşikar. 
fantastic beasts the crimes of grindelwald ile ilgili görsel sonucu


Bu sefer olaylar Paris'te geçiyor. Böylelikle Paris büyücüler dünyasınında neye benzediğini görebiliyoruz. Grindewald yine kan yemini yüzünden Albus ile savaşamayacağı için gerektiğinde onu öldürebilecek birini bulması gerekiyor ve o kişi de içindeki muhteşem güç yüzünden Credence. Bu arada Credence'ın Nagini adında bir kadınla birlikte gerçek ailesini arayışına tanık oluyoruz. Film boyunca bu arayış devam ediyor ve son sahnede olayı patlatıyorlar. Credence, aslında bir Dumbledore. Yani Dumbledore ailesinden geliyor. Grindewald'ın sanırım Dumbledore erkeklerine karşı özel bir ilgisi var. 

Bana filmin sonundaki Grindewald ile seherbazların düello yaptıkları sahne muhteşem geldi. İşte özlediğim büyücü evreni böyle bir şeydi. Büyük ihtimalle şu ana kadar Voldemort'tan gördüğümüz bütün büyülerden daha havalıydı o büyü. Onlarca seherbaz tek başına olan Grindewald ile savaşmakta zorlandılar. Felsefe taşının yapımcısı simyager Nicolas Flamel'inde yardımları sayesinde o muhteşem büyünün üstesinden ancak gelebildiler. Bu arada üçüncü filme çok iyi ortam hazırladıkları söylenebilir. 

Filmin içine azda olsa Hogwarts sahneleri eklemeleri çok iyi olmuş. Alışık olduğumuz ortamları görmek filmi izlerken yüzümüzü gülümsetiyor. David Yates'e birincisine oranla çok çok iyi olan bu devam filmi için teşekkürler. Tereddütleri olanlar varsa da gönül rahatlığıyla gitsin sinemada izlesin.  

İlgili resim


29 Eylül 2018 Cumartesi

13 Reasons Why 2. Sezon İncelemesi



Uzun bir aranın ardından blog sayfama tekrar tıklayıp birikmiş onlarca taslak yazısını gördüğümde artık sahalara dönmem gerektiğini fark ettim. Bu yazıya geçen yıl Mayıs ayında başlamıştım ama bir türlü bitirip yayınlama fırsatım olmadı. Çünkü fazlasıyla motivasyon eksikliği hissediyorum. Bana kalırsa 13RW 2. sezonu hayal kırıklığından başka bir şey değildi. 

Bu ön açıklamayı yaptıktan sonra Mayıs ayında yazmış olduğum incelemeye geçebiliriz.

13 reasons why season 2 ile ilgili görsel sonucu


Nispeten uzun bir bekleyişin ardından 18 Mayıs itibari ile 13 Reasons Why ikinci sezona kavuştuk. Yaklaşan finallerimden dolayı planladığım kadar hızlı bitiremeyeceğimin farkındaydım. Fakat dahası izleme isteğimin kaçması yüzünden kendimi zorlaya zorlaya ancak 1 haftada bitirebildim. Şimdi bende bu izleme isteğini kaçıran o faktörlerden bahsedeyim.

Öncelikle kızgınım. Dizinin yapımcılarına kızgınım. Neden böyle güzel bir temayı alıp batırdınız. Tebrikler artık 13RW dizisinin yüzlerce örneği olan ergen draması dizilerden bir farkı kalmadı. Keşke Hannah gözümüzde hep o ilk sezondaki masum ve kurban kız olarak kalsaydı. Ama şimdi Hannah karakterine karşı duyduğum sempatiyi kaybetmiş gibi hissediyorum ve bu beni üzüyor.

Madalyonun öteki tarafı diye adlandırıyorum ben bu sezonu. İlk sezonda hikayeyi hep Hannah'ın ağzından dinledik. Şimdi ise Baker'ların okula açtığı dava sayesinde mahkemede şahitlik yapan karakterlerin ağzından Hannah ile yaşadıklarını dinliyoruz. Bilmediğimiz ne kadar çok ayrıntı olduğunu görüyoruz. İlk sezon yaptığım gibi bölüm bölüm değerlendirme yapmak istemiştim ama o kadar fazla diyecek bir şeyim olmadığına karar verdim.

Sezonda genel olarak sinirlendiğim şey tecavüz konusu üzerinden duyarlılık kasmaya çalışan senaristler oldu. Özellikle o son bölümde Tyler'ın tecavüze uğradığı sahne... Ancak bu kadar abartabilirlerdi diye düşünüyorum. Ve ayrıca hiç gerçekçi bulmadım.

Başka bir konu tecavüze uğrayan gençlerin susmamaları gerektiğini vurgulamak isteyen bir dizi, neden bir tecavüzcünün hiç ceza almadan adaletten kurtulduğu bir senaryo yazar? Tecavüzcünün aksine, kıza aşık olan ve onu korumak isteyen erkeğin hapse girdiğini görüyoruz. Neden, çünkü en iyi avukatları tutabilecek parası olmadığından. Al işte bir kez daha sinirlerim tepeme geldi.

Sonra bir de Hannah'ın eski okulundan onun hakkında konuşmaya gelen kız var. Bir zamanlar Hannah'ın kendisine nasıl zorbalık yaptığını anlatıyor. Hmmm. Şimdi burda etme bulma dünyası deyip Hannah haketmiş dememizi mi istediler? Bilmiyorum ama cidden saçmaladıklarını düşüyorum.

Bütün bu olaylar keşke dizi 1. sezonda final yapsaymış dedirtti. Çünkü bir dizi ancak bu kadar batırılabilirdi. 3.sezonu heyecanla beklemiyorum. Hatta izleyeceğimden bile emin değilim. Hikayenin gidebileceği güzel bir son yok gibi görünüyor. O yüzden yeni dizilere doğru yelken açıyorum.

Aranızda henüz diziye başlamamış olanlar varsa 1. sezonu izlemelerini tavsiye ederim. 1. sezonu izleyenlerse 2. sezona hiç başlamasınlar. Aynı zamanda 1. sezonla ilgili yazıma buradan ulaşabilirsiniz.


25 Şubat 2018 Pazar

Stranger Things Ne Kadar İyi?

stranger things ile ilgili görsel sonucu
  
  Çıktığı ilk günden beri dünyanın her kesiminde beğeniyle izlenildi. Çok konuşuldu çok yazıldı. Peki Stranger Things'in ardındaki başarının sırrı ne?

  Buna verebileceğimiz birden fazla cevap var elbette. Ama ben birinci sıraya oyuncuları koyacağım. Daha diziye başlar başlamaz aşık olduğum bir cast mevcut. Yetişkin oyuncular zaten çok başarılı ama o çocuklar yok mu her bölüm gözümden kalpler çıkarak izliyorum. Özellikle Dustin karakteri bakan herkesi anlamsızca mutlu ediyor. Öte yandan Eleven karakteri çok az kelime söylemesine rağmen her duyguyu nasıl böyle içten bir şekilde verebiliyor. İşte oyunculuğun repliklerin ötesinde bir şey olduğunun kanıtı. Will karakterinin özellikle 2. sezonda o kriz anlarında yaptığı oyunculuk... Sadece muazzam. Yani oyunculuk şöyle bir birinci sebep olsun. 

  2. sebep bana kalırsa dönem dizisi olması. Son zamanlarda 60'lar 70'ler 80'leri anlatan kitap ve diziler çok moda oldu. Fakat Stanger Things bunun başarılı örneklerinden. Gerçekten 80'ler ortamını çok iyi yansıtıyor. Zaten bir çok 80'ler filmlerine, çizgi romanlarına göndermeler mevcut. Aynı zamanda iyi düşünülmüş küçük detaylar, mesela o zamanın başkanlık seçimlerine göre evlerin bahçelerine pankartlar asılması, soğuk savaş döneminin yansıtılması, kılık kıyafetler mekan tasarımlarına varana kadar her şey dönemi en iyi şekilde yansıtmak için ciddi bir çaba harcandığını gösteriyor.

  Gelelim 3. sebebe, konunun gerçek bir olaya dayanıyor olması. Gerçekten 80'li yıllarda böyle bir laboratuvar kurulmuş ve insan beyninin kapasitesini artırmaya yönelik çalışmalar yapılmış . Fakat daha sonra CIA tarafından laboratuvara el konulmuş ve çalışmalar ört bas edilmeye çalışılmış. Bu muallakta kalmış konudan fazlasıyla iyi bir hikaye çıkardıklarını düşünüyorum. Öyle ki Stephen King bile bu dizi için, ben dizi yazsaydım böyle bir şey olurdu demiştir. 

  Aslında sabaha kadar konuşuruz Stranger Things ise konu ama ben son bir sebep söyleyip bırakacağım. Çekimlerin abartılmaması. 1. sezonda neredeyse hiç özel efekt kullanılmamış. Yapımcılar özellikle buna dikkat etmişler. Demogorgon sahnelerinde bir insan kullanmışlar ve onu kostüm, makyaj ile o hale getirmişler. Fakat 2. sezonda kullanılmış. Yapımcılar dizinin çok iyi efektlerin olduğu ama hikayenin boş olduğu yapımlara benzemesini istememişler. 

 Bunlar benim gözümde Stanger Things'i başarılı yapan başlıca nedenler. Bu arada favori karakterlerim Dustin ve Steve. Bence çok tatlı bir abi-kardeş oldular. 3. sezonda bu ikilinin daha fazla sahnesinin olmasını bekliyorum. Bir de Eleven ve Max'in böyle çok yakın arkadaş olmasını istiyorum, bence çok tatlı olurlar. 3. Sezonda yeni bir yazı gelir muhtemelen. O zamana kadar kendinize iyi bakın. 

24 Şubat 2018 Cumartesi

Black Mirror İnceleme

İlgili resim


 Adını duymayanınız kalmamıştır artık bu dizinin diye düşünüyorum. Çoktan izlemiş ya da izleme listenize eklemiş olmanız muhtemel. Bu gün Black Mirror incelememi yazmaya başlıyorum.4. sezonun son bölümünü yeni bitirdiğime göre taze taze irdeleyelim şu Kara Ayna'yı.

   Black Mirror Netflix tarafından 2011 yılında yayınlanmaya başlayan bir distopik bilim-kurgu dizisi. Bölümler teknolojinin hayatımızda fazlasıyla yer tuttuğu gelecek evrenlerde geçiyor ve alttan alttan sistemi eleştiriyor. Bölümlerin çoğu izlerken beni son derece rahatsız da etse, her bir bölümden çıkaracağınız büyük dersler oluyor. Rahatsızlık vermesinin nedeni diğer birçok dizi gibi peri masalı sonlarına sahip değil. Hatta şimdi direk bölüm bölüm ne düşündüğümü anlatacağım.

1. Sezon
The National Anthem: İnsanların böylesine rezil bir şey için nasıl hemen ekran karşısına geçebildiklerini, öyle ki sokakları bomboş bırakacak kadar, ve etik değerlerimizi bir kez daha sorgulatan bir bölümdü.

Fifteen Million Merits: Modern çağ kölelerinin yaşadığı hayatı ve bir şeyler yapmazsak yaşamamız muhtemel olan hayatı gözler önüne seriyor. Sistem isyan çıkarmak isteyen kişiyi bile bir şekilde show haline getirip onu da kendisine dahil edebiliyor.

The Entire History of You: Bu bölümde kullanılan teknoloji gerçek hayata aktarıldığı taktirde hem çok işe yarayacak hem de bir şekilde özel hayatımıza müdahale niteliğinde olabilecek bir teknoloji. Bölüm beni fazlasıyla etkisi altında bıraktı. 1. sezonda favori bölümüm kesinlikle buydu.

2. Sezon

Be Right Back: Birini kaybetmek belki de dünyadaki en büyük acılardan biri. Fakat teknoloji sağ olsun bir gün ölülerimizi bile geri getirebileceğiz. Peki bunun sonuçları iyi mi olacak kötü mü? Bu bölümde bunu sorgulayabiliyoruz.

White Bear: İşte 2. sezonda en çok etkilendiğim bölüm. Sonu gerçekten beklenmedik bir şekilde şaşırtıcıydı. Dahası bir katil için, acımadan bir çocuğun hayatına kıymış bir kadın için acıma hissi oluştu içimde. Bölümdeki adalet sistemi üzerinde çok düşündürdü.

The Waldo Moment: Politikayla pek ilgim yoktur. Bu yüzden bu bölümdeki göndermelerin çoğunu anlayamamış olabilirim. Ama bölüm kısaca yakında bilgisayar similasyonlarının gerçek insanlardan daha çok sözünün geçebileceği bir dünyanın mümkün olduğunu gösteriyor.  Bu da bir takım insanlara kar sağlıyor elbette. 

White Christmas: Bu bölümde sezondaki bir diğer favorimdi. Öncelikle bölümün kendi içinde farklı hikayelere sahip olması beni fazlasıyla doyurdu. Ve en sonda bütün bu hikayelerin ana konuya bağlanması çok etkileyiciydi. 

3. Sezon

Nosedive: Bu bölümü izlerken ciddi sinir krizleri geçirdim. Bölüm o kadar rahatsız edici ilerliyor ki böyle içten içten ahhh bu kadar da olmasın dedirtiyor. Fakat izlerken bir yandan da sosyal medyada yarattığımız imajın hayatımızın gerçekten nasıl bu kadar büyük bir parçası haline geldiğini sorgulamadan duramıyorum. Bunu iyi yansıtmış ve dalga geçmiş bir bölümdü.

Playtest: Bu bölüm de artırılmış gerçekliğin bilgisayar oyunlarına aktarılması konusunda çalışmalar yapan bir firma hakkında. Bir korku oyunu yapacaksak en iyi korku ögesi kişinin bilinçaltından gelir diyerek kişilere bağladıkları sistemle karşılarına gerçekten korktukları şeyler çıkarıyorlar. Fakat gerekli önlemler alınmadığı taktirde kötü sonuçlar doğurabilecek bir oyun denemesi olduğunu aklımızdan çıkarmayalım. 

Shut Up and Dance: Bence bu sezonda en çok günümüz teknolojisine yakın olan bölüm buydu. Bilgisayarı, telefonları, mailleri ya da herhangi bir şeyleri hacklenmiş kişiler hackerlar tarafından bazı görevler yapmaya zorlanıyorlar. Aksi taktirde büyük sırları açığa çıkacak. Peki gerçekten büyük sırlarımızı başkalarının eline geçebilecek bu ortamlara yükleyerek akıllıca mı davranıyoruz?

San Junipero: Ölen insanların bilinçlerinin bedenlerinden ayrılıp bir bilgisayar bulutuna yüklendiği bir gelecek hayal edin. Sonsuza kadar bulutun içinde bir cennet hayatı süreceksiniz. İstediğiniz zaman diliminde yaşayabiliyorsunuz. Aslında gerçekten olsa sanırım denemek isterdim.

Men Against Fire: Bu bölüm tartışmasız 3. sezonun en iyi bölümüydü. Gerçek savaş tarihindeki istatistiklere göre askerler karşılarındaki düşmana çoğu zaman ateş edemiyor ya da etse bile ıskalayacak şekilde ediyordur. Bunu bilen kişiler düşmanlarımızı bir canavar gibi göreceğimiz aparatlar icat edip bunları askerlerin beyinlerine yerleştiriyorlar. Ve bu sayede askerler öldürmekte zorlanmıyor. Ta ki bir gün bir askerin aparatı bozulana kadar. Bu bölümü izledikten sonra bir aydınlanma yaşayıp günümüzde neden savaşan askerlerimizin karşı tarafı bir terörist bir tür canavar olarak düşünmeleri gerektiğini anlıyoruz. Halbuki karşılarındaki kişiler de hayalleri, korkuları, sevdikleri olan insanlar. 


Hated in the Nation: Bu bölümde sosyal medya tarafından linç yiyen insanlar bir şekilde öldürülüyor. Yaptığı bir eylem ya da söylediği bir söz yüzünden #xkişisineölüm şeklinde yazılan bütün tweetler bir katil tarafından dikkate alınıyor ve haftanın sonunda en çok tweeti alan kişiyi öldürüyor. Ve bölümün sonunda nihai hedefin linç yiyen kişiler değil o kişilerle ilgili tweet atan kişiler olduğunu anlıyoruz. Ve hem linç yiyen hem de tweetleriyle onun bu linci yemesine katkıda bulunan kişiler ölmüş oluyor. Sonuçta her eylemin bir sonucu vardır. 

4. Sezon

USS Callister: Bir tür bilgisayar  oyunları üreten firmada çalışan Robert'ın en büyük hobisi gerçek kişilerin DNA'larını kullanarak onların elektronik klonlarını üretmektir. Ürettiği bu elektronik klonları kendisinin hüküm sürdüğü bir bilgisayar oyununda kendi köleleri gibi kullanmaktadır. Bu klonların Robert'ın oyunundan kurtulup özgürlüklerini kazanmalarının hikayelerini izliyoruz. Bir yandan da gerçek hayatta fazlasıyla bastırılmış ve ezilmiş bir karakter olan Robert'ın oyunda kendini mükemmelleştirerek nasıl içindeki öfkeyi boşalttığına şahit oluyoruz.


Arkangel: Küçük kızının başına bir şeyler gelmesinden korkan annesi onu her an koruyabilmek adına Arkangel denilen icadın kızının kafasına yerleştirilmesine izin veriyor. Bu icat sayesinde kızını 24 saat bir ekrandan takip ediyor, gözlerine onun korkunç şeyleri (mesela havlayan bir köpek ya da kan ) görmesini engelleyen bir filtre  getiriyor ve bu şekilde yıllarca her saniye kızını takip ediyor. İlerde bu icat yüzünden kızıyla arasının nasıl açılacağını ve annenin büyük hatasının sonuçlarını izliyoruz. 

Crocodile: Bu bölüm bir zincirleme cinayetler dizisi. Hayatının mahvolmasından korkan bir kadın önüne çıkan bütün engelleri öldürürken arkasında asla tahmin edemeyeceği bir görgü tanığı bırakıyor. 


Hang the DJ : Bu bölümde 4. sezonun bana göre en iyi bölümüydü. Bölümde son teknoloji bir icat, size kiminle saat kaçta nerede randevulaşacağınızı, birlikte kaç saat geçirebileceğinizi söylüyor. Bu şekilde tanışan iki insan beraber bir gece geçirdikten sonra birbirlerini asla unutamıyorlar. Sistemin onlara verdiği diğer kişilerle uyumlu olmadıklarını ve birbirleriyle birlikte olmaları gerektiği hissediyorlar. Bölümün sonuna doğru birlikte kaçmaya karar veren iki aşık kaçtıkları an fark ediyorlar ki aslında içinde yaşadıkları dünya bir simülasyonmuş. 998 farklı simülasyonda birbirleri ile birlikte olabilmek için kaçmaya karar vermişler. Ve bu çiftin gerçek hayattaki kişilikleri uygulamanın verdiği %99.8 lik veriye güvenerek birbirleriyle tanışmaya karar veriyorlar. Artık bilgisayarların, uygulamaların bizleri ne kadar iyi tanıdıklarını görüyoruz. Yıllarca internete girdiğimiz her bir bilgi, telefonlarda yaptığımız konuşmalar sisteme bizim hakkımızda yüklenen veriler ve ilerde belki de bu veriler yardımıyla gerçekten uyumlu olduğumuz kişileri bizlere bilgisayar uygulamaları söyleyebilecek. 


Metalhead : Bu bölümdeki olay örgüsünü kesinlikle anlayamadım ve dizinin en gereksiz bölümlerinden biri olduğunu düşüyorum. Kısaca insanları öldürmeye programlanmış metal köpekler var bir grup insan o bölgede bir şey ararlarken onarın peşine düşüyorlar. Sonuçta hepsi ölüyor. Galiba robotlaşmanın kötü sonuçlarından birini göstermek için çekilmiş olabilir. 


Black Museum: Sezon finalinde Nish isimli bir kadın kara müze adı verilen suçlular müzesini gezmeye gelir. Müze görevlisi içeride ki her bir eşyayı ve teker teker onların hikayelerini anlatır ve biz de izleriz. En son idam cezası almış bir suçlunun simülasyonunu görürüz. Daha sonra bu adamın kızı olduğu ortaya çıkan Nish müze görevlisinden babasının intikamını alır. Bu bölümdeki her bir hikaye farklı farklı anlamlar çıkarabileceğimiz güzel hikayeler. 


Sonuç olarak;

En iyi 3 bölüm
1- Men Against Fire
2- Hang the DJ
3- White Bear

En Kötü 3 Bölüm
1-Metalhead
2-Crocodile
3-The Waldo Moment

Diziyi kesinlikle herkese tavsiye ediyorum. Her bölümü mükemmel olmasa da her bölümünden güzel sonuçlar çıkarabileceğimiz bir dizi. İyi Seyirler. 


1 Şubat 2018 Perşembe

Star Wars The Last Jedi

   
star wars last jedi ile ilgili görsel sonucu

Filmi daha çıkar çıkmaz sinemada izlemiş olmama rağmen içimden yazısını yazmak bir türlü gelmedi. Bu sanırım filme karşı hissettiğim duygu karmaşasından kaynaklanıyor. Duygu karmaşasını açmam gerekirse, filmi bir Star-Wars devam filmi olarak değerlendirince beğenemiyorum, ama bağımsız bir uzay filmi olarak düşününce de çok beğeniyorum. Şimdi detaylara inelim. Spoiler geliyor.

   Star Wars hayranı olmanıza gerek yok. Hayatınız boyunca bir kez bölüm 1,2,3,4,5,6'yı izlediyseniz eğer 7 ve 8 deki mantık hatalarını anlayabilirsiniz. Mesela Rey, daha hiç Jedi eğitimi almamış bir kız eline ışın kılıcını alır almaz nasıl bu şekil kullanabiliyor. Gerçi şu Finn denilen adam Güç'ü kullanamamasına rağmen o bile ışın kılıcı ustası oldu. Eski seride böyle bir şey görmek imkansız. Sonra, daha eğitimini bile tamamlamamış bir Jedi, Kylo, koskoca Sith Lordu'nu bu kadar kolay nasıl öldürdü. Hayır tamam anlıyorum bir sürpriz koymak istediniz, milleti gaza getirmek istediniz, ne yalan söyleyeyim oha falan dedim o sahnede gaza da geldim ama bir Star Wars filminde Sith Lord'ları asla bu kadar basit olmazlar. Devam filmi olmasa o sahneyi çok güzel eleştirirdim. Ama ne yazık ki bu bir devam filmi. 

  Teknoloji kaynaklı mantık hatalarına hiç girmeyeceğim. Yok uzay gemisi uzaktan yönetilemiyor mu yok niye general içeride bekledi falan. Bu tartışma sabahı bulur (Cidden bu tartışmayı arkadaş ortamında saatlerce yaptık) 

 Öte yandan bağımsız bir uzay filmi izliyor olsam, efektler kurgu ve karakterler beni kesinlikle etkilerdi. Mesela Kylo Ren karakterini birçoğunun aksine beğeniyorum. Herkes onu Anakin ile kıyasladığından zayıf buluyor ama Anakin'den çok daha farklı biri  ve Kylo ile bağ kurabiliyorum. Öte yandan yeni seride göstermeye çalıştıkları ırkçılık ve cinsiyetçilik karşıtı dünya hoşuma gidiyor. Baş karakteri bir kadın yapmaları, Finn ve 8. bölümde eklenen Asyalı karakter Rose, sübliminal bir şekilde bu fikirleri destekliyor. Bunu eleştiren bir kitlede yok değil. Bunun nesini eleştirdiklerini de anlayabilmiş değilim. 

  Kısacası başta da dediğim gibi devam filmleriyle aramızda karmaşık bir ilişki var. Seviyorum da sevmiyorum da. Sinema da 2 saat boyunca bir an bile gözümü kırmadan izlediğim bir gerçek. Bölüm 9'u heyecanla beklediğim de bir gerçek. Bu iyi bir film olduğunu gösterir. Ama üzerine çok düşüp mantık hatası arayarak izlersen beğenmezsin. 
   
  

10 Kasım 2017 Cuma

Tuhaf mı Tuhaf Bir Roman

Bayan Peregrine'in Tuhaf Çocukları




         

   Fantastik edebiyatın yeri bende her zaman ayrıdır. Ne zaman güzel kurgulanmış fantastik bir kitap okumaya başlasam kendimden geçer, bütün maceraları karakterle birlikte yaşarım. Onlarla beraber göklerde uçar, onlarla beraber görünmez olurum. Onların yetenekleri benimkiler olur. Çokça da hissederim ki bunu her türde yaşıyorum. Beni sıklıkla bir kitabı okuduğum zaman hüngür hüngür ağlarken görebilirsiniz. Kitapları yaşamak diyorum ben buna, kitap kurtları anladı beni. Neyse yakın zamanda bitirdiğim bir seriden bahsedeceğim bu gün. Bayan Peregrine'in Tuhaf Çocukları. Temel geçmişi X-Men'i andırmıyor değil. Yine tuhaf yetenekleri olan çocuklar ve onların bir araya geldiği bir mekan hakkında. Fakat hikayenin bu temel kısmı dışında hiçbir şeyi X-Men'e benzemiyor. 

    İlk kitapta konuya yavaştan dahil olurken bir yandan da karakterleri tanıma fırsatı yakalıyoruz. Baş karakterimiz Jacop son derece normal bir hayat yaşamış bir oğlan çocuğu. Küçükken dedesinin uyumadan önce anlattığı masallarla büyümüş. 16 Yaşına geldiğinde, büyük babasının ölümünün ardından onun anlattığı masalların aslında gerçek olduğunu öğrenir. Ve kendini varlığını bile bilmediği bir dünyada değişik bir maceranın içinde bulur. Kendinin de tuhaf güçlerinin olduğu bu masalsı dünya büyük bir tehlike içindedir ve bu tehlikeyi kendisinin yardımı olmadan atlatamayacak kişiler vardır. Bu yüzden kalmaya ve onlara yardım etmeye karar verir.

İkinci kitap Gölge Şehir'de başlarında öğretmenleri olmayan bu çocukların zorlukların üstesinden nasıl geldiklerini, birbirlerinin arkasını nasıl kolladıklarını ve tuhaflar evrenini korumak için nasıl cesurca savaştıklarını okuyoruz. Bu sırada baş karakterimiz Jacop ile tuhaf çocuklardan Emma arasında bir yakınlık da başlar. Jacop daha çok yeni olduğu bu tuhaflar dünyasında yeteneğinin uç noktalarını fark eder ve bu eşsiz yeteneği onu bu dünyada önemli bir noktaya koyar.


 Ve son kitabımızda Jacop ve Emma hariç bütün çocuklar kötülerin ellerindedir. Jacop ve Emma kendi başlarına arkadaşlarını kurtarmanın bir yolunu bulmaya çalışırlar. Tabii ki bu sırada başlarına gelmeyen kalmaz. En sonunda düşmanın kalesine girmeyi başaran Jacop ve Emma arkadaşlarını kurtarır ve son bir epik savaş gerçekleşir. Tuhaflar dünyası sonunda tekrar güvendedir fakat çok kayıp vermişlerdir. Bütün bu olaylar bittiğinde Jacop ailesinin yanına döner fakat aklı hep arkadaşlarındadır. Son derece normal insanlar olan Jacop'ın anne ve babası onun bu tuhaf hikayelerine inanmazlar ve onu bir kliniğe yatırmaya karar verirler. Sonrasında Bayan Peregrine ve tuhaf çocuklar Jacop'ın anne ve babasını ziyarete gelir ve anlatılanların gerçek olduğunu gösterir. Emma Jacop ile birlikte modern dünyada kalmaya karar verir ve herkes için mutlu bir sonla kitap biter.



Serinin Tuhaf Masallar adında bir de yan kitabı var. Romanda zaman zaman karakterin yollarına devam etmelerinde yardımcı olan bu kitap daha sonrasında ayrı bir kitap olarak basılıyor ve uyarmadı demeyin: Hayatımda okuduğum en rahatsızlık verici masal kitabı. Hikayelerin sonları beklenildiği gibi bitmeyebiliyor ya da konu inanılmaz tuhaf olabiliyor. Okursanız ne dediğimi anlayacaksınız. Seriyi benim gibi fantastik edebiyat hayranı olan herkese tavsiye edeceğim, yaş sınırına gerek duymayan gayet eğlenceli okunası bir roman serisi. Keyifli okumalar :) 

4 Kasım 2017 Cumartesi

Ayla

ayla daughter of war ile ilgili görsel sonucu

  Bu yılın en çok ses getiren filmlerinden biri olan Ayla geçtiğimiz hafta cuma itibariyle vizyona girdi. Daha fragmanını izlerken tüylerimi diken diken eden filmin çok çok iyi olacağını elbette az çok tahmin ediyordum. Filmin ufak tefek eksiklikleri yoktu diyemeyiz ama bu yazımda beni çok etkileyen bu filmin görmezden gelinebilecek o aksaklıklarına değinmeyeceğim.


  Gerçek hayatta kolay ağlayan biri değilimdir. Ama filmlerde ve kitaplarda duygu yoğunluğunu biraz fazla yaşıyorum sanırım. Gerçi Ayla, sinema salonundaki herkesi ağlattı. Önümde oturan adamın karısından gizli göz yaşlarını silmeye çalışması, arkamda oturan teyzelerin ise hıçkıra hıçkıra ağlamasına karşılık oturduğum koltukta sessiz sessiz göz yaşlarımı sildim. Evet, çok duygusaldı.

İlgili resim

  Filmin konusuna değinmeme gerek var mı bilmiyorum, hepiniz az çok biliyorsunuzdur. Kore Gazisi Süleyman Astsubay ve onun savaş sırasında kurtarıp büyüttüğü küçük kız Ayla'yı anlatıyor. Bu bir savaş ya da kahramanlık filminin çok çok ötesinde. Bir sevgi filmi. Bir baba-kızın birbirini nasıl sevebileceğinin filmi. Konunun gerçek bir hikayeden alınıyor olması çok daha etkilenmemizi sağlıyor. Hele en sonda gerçek Süleyman ve Ayla'nın kavuşmasını görünce en taş kalplisi bile dayanamayıp ağlıyor.

ayla daughter of war ile ilgili görsel sonucu

  Filmin bir başka iyi tarafı oyunculuklar. Baş rollerinden yan rollerine hatta figüranlara varana kadar çok iyi oyuncular tarafından canlandırılan karakterler direk hikayenin içine girmemizi sağlıyor. Görüntü yönetmeni  dönemi iyi yansıtan dekorlar kullanmış. Bütün bunlar filmin bu kadar gişe yapmasının sebeplerinden. Oscar aday adayı olduğunu biliyoruz. Şimdilik düşüncem Oscar alamayacağı yönünde. Bunun sebepleri o değinmek istemediğim bir kaç şey. Mesela sürekli Türklerin övüldüğü replikler olması gibi. Zaten bu filmi izleyen herkes Türk Askeri'nin ne kadar sevgi dolu olduğunu kendisi görebilirken sürekli repliklere koyup bunu ön plana çıkarmaya çalışmaları, bunu izleyen yabancı insanları rahatsız edebilir. Diğer bir yandan bazı sahne geçişleri çok hızlı oldu ve hikayede kısa süreli kopukluk yaşamama sebep oldu fakat bunlar büyütülecek şeyler değildi kesinlikle.Gönül ister ki en iyi ödülleri alsın. Ama almasa da bir çok insanın gönlünü fethetti film.

ayla ile ilgili görsel sonucu

  Filme verebileceğim tek puan 10/10. İzlemeyen herkese şiddetle tavsiye ediyorum.