PİNK FLOYD THE WALL
The
Wall, İngiliz rock müzik topluluğu Pink Floyd'un 1979 yılında yayınladığı aynı
adlı albüme 1982 yılında Alan Parker tarafından çekilen, animasyonları da olan,
pek fazla diyalog olmayan, albümün müziklerinin Hey You ve The Show Must Go On
dışında tamamının bulunduğu bir film. Başoyuncu Bob Geldof'dur. Animasyonlar
efsane sanatçı Gerald Scarfe tarafından yapılmıştır.
*Bu yazı The Wall filmine eğitim bilimi ile ilişkilendirilerek yapılmış bir analizdir.
ANALİZ
Filmin
ilk sahnesinde Pink evinde (otel odası da olabilir) oturmaktadır. Evi
temizlemek için gelen kadın zile basar fakat Pink onu duymazdan gelir. Ev
fazlasıyla dağınıktır. Filmin ilerleyen sahnelerinde de sıklıkla Pink’in evini
dağınık görürüz. Yine filmin ilerleyen sahnelerinde Pink karısı olduğunu tahmin
ettiğim kadın yanına geldiğinde ve onunla birlikte olmak istediğinde hiçbir
şekilde kafasını televizyon ekranından çevirmez ve kadını görmezden gelir.
Pink’in bu dağınıklığı, düzensizliğini, aldırmaz vurdum-duymaz tavırlarından
Freud’un psikoseksüel gelişim dönemlerine göre anal dönemde baskıcı, hoşgörüsüz
bir tutumla karşılaştığı çıkarımını yapabiliriz.
Dad, what you leave behind for me
Just another brick in the Wall.
Karakterimiz
Pink’in babası savaşta ölmüştür. Babası hakkında bildiği çok şey yoktur ama
onun kıdemli bir asker olduğunu fotoğraflardan dolayı bilmektedir. Yaptığım
araştırmalar sonucu çocukların belli yaş dönemlerinde anne-babasıyla arasında
bağ kurmaya ve özdeşleşmeye çabaladığını öğrendim. Çocuğun cinsiyeti kız veya
erkek olsun ailesinin birtakım özelliklerini içselleştirir ve kendi tarzını oluşturmak
ister. Pink’in bir sahnede babasının asker kıyafetlerini giymesi ve aynada
kendine asker selamı vermesi, içten içe hiç tanıyamadığı babasıyla arasında bir
bağ kurma çabasından, ona benzeme isteğinden kaynaklanıyor olabilir. Yine tek
ebeveyn ile büyüyen çocuklar üzerine yaptığım araştırmada bu çocukların daha
güvensiz, asi ve toplumsal kurallara uymada zorluk yaşayan kişiler olduklarını
öğrendim. Pink’in ileriki yaşlarında faşist bir insana dönüşmesinde
çocukluğunda yaşadığı bu sendromunda payı olduğuna karar verdim.
Büyüyüp okula gittiğimizde bazı
hocalar vardı çocukları her fırsatta üzen.
Yaptığımız her şeyle dalga geçen
Çocukların özenle sakladığı her
zaafı açığa çıkarıp dalga geçen.
Bir
başka sahnede öğretmenler zili çalar. Bütün öğretmenler zili duyar duymaz ayağa
kalkar ve aynı anda sınıflara doğru yürümeye başlarlar. Burada bir klasik
koşullanma örneği görüyoruz. Bütün öğrencilerin sıralarında kusursuz bir
şekilde oturup öğretmeni dinlemesi, öğrencilerin tek tip giyinmesi söz
konusudur. Gerek öğrencilerin gerekse öğretmenin davranışlarına baktığımızda
öğrenme yaklaşımlarından davranışçı yaklaşımın etkilerini görürüz. Daha sonraki
bir sahnede bütün öğrenciler aynı tip maske takmaktadır. Eğitimi tanımlarken
kurduğumuz “bireyin davranışlarında kendi yaşantısı yoluyla kasıtlı ve istendik
davranış değişikliği meydana getirme sürecidir” yargısının birebir
uygulandığını görüyoruz. Takip eden sahnede öğretmen öğrencinin defterinde
yazdığı şiiri yüksek sesle sınıfta okur ve dalga geçer. Daha sonra şiir yazdığı
için ve dersi dinlemediği için çocuğun eline sopayla vurur dersi anlatma devam
eder. Dersi anlatırken “dediklerimi tekrar edin” diyerek matematikle ilgili bir
konuyu anlatmaya devam eder. Çocuğun yazdığı şiirle alay ediyor çünkü kendi
ideal doğrularına uymuyor. Burada öğretmenin daimiciliğin etkisi altında
olduğunu ve değişimci yenilikçi rolünü tam kullanamadığını görüyoruz. Burada
çocuğun karşılaştığı tutum çok önemlidir çünkü Erikson’ın gelişim dönemlerinden
“Başarıya Karşı Aşağılık Duygusu” dönemindedir. Yani bu dönemde öğretmenin
çocukla bu şekilde alay etmesi çocukta yetersizlik duygusunun oluşmasına sebep
olacaktır. Öğretmenin çocukla dalga geçmesi, sopayla onu dövmesi Skinner’in
ödül ceza kuramını uyguladığının bir göstergesidir. Diğer bir sahnede
öğretmenin öğrenciye “Etini bitirmezsen muhallebi yok” demesi de ödül ceza
yönteminin kullanılmasına örnektir. Fakat bu yaklaşımın çoğunlukla ceza kısmını
uyguladığını görüyoruz. Çocuğun hayal kurmasına kesinlikle izin vermemektedir. Bilişsel
öğrenme kuramına oldukça terstir.
Adamın
karısıyla yemek yediği sahnede arkada kraliçenin bir resminin asılı olduğunu
görüyoruz. Bu olaylar İngiltere’de yaşanmaktadır ve İngiltere’nin yönetim
biçimi anayasal monarşidir. Eğitimin politik temellerini düşündüğümüzde
öğretmenin düşünme biçimini, davranış biçimini düzenleyen gücün bir noktada
mevcut iktidarı yüceltmek gayesi olduğu söylenebilir. Aynı zamanda öğretmen
evde eşinden baskı görmektedir. Yine yemek yedikleri sahnede adam artık doyduğu
için masadan kalkmak isterken karısı sert bir şekilde tabağı işaret eder. Öğretmen
evde yaşadığı dışsal güdülenmeyi okulda öğrencilerine uygulamaktadır. Aynı
zamanda öğretmenin davranışlarının yetiştirilme tarzının bir sonucu olduğunu da
savunabiliriz. Eğitim sistemlerinin ideolojik kuşaktan kuşağa istenilen kültürü
aktarma amacı vardır. Yani öğretmen kendi küçüklüğünde böyle bir sistemden
gelmiş olabilir. Daimicilik ile de ilişkilendirebiliriz.
Eğitime ihtiyacımız yok
Düşünce kontrolü istemiyoruz
Sınıfta aşağılanmaya son
Öğretmen, çocukları rahat bırak!
Hey, Öğretmen! Çocukları rahat
bırak!
Diğer
bir sahnede öğrencilerin bir çeşit fabrikaya tek sıra halinde girdiğini
görüyoruz. Daha sonra işleniyor ve sıralarında oturmuş maske giyen tek tip bir
hale geliyorlar. Burada her türlü farklılık, yaratıcılık yok edilerek tek tip
insanlar üretmeye çalışan bir sisteme şahit oluyoruz. Diğer bir deyişle açık
sistem anlayışı ile yürütülen okul hayatına metaforik bir yaklaşım olabilir.
Başta fabrikaya giren öğrenciler sistemin girdileri, fabrikada işlendikleri
sahneler değişim süreci, en son ortaya çıkan tek tip insan modeli ise çıktı
kabul edilebilir. Ve daha sonra bu çıktılar tek tek fabrikanın bir makinesine
düşüp sindiriliyor ve kıymaya dönüşüyorlar. Bu makinayı sistem olarak kabul
edersek sistem bütün bu öğrencileri sindirip tek bir şeye dönüştürüyor
diyebiliriz. Burada geri-bildirim evresi bir şekilde yok sayılmış ya da
öğretmen tarafından önemsenmemiş ki, böyle robotlaşmış öğrenciler oluşuyor.
Takip eden sahnede öğrenciler tek sıra halinde öğretmenin önünde beklerken
elinde sopasıyla öğretmen öğrencilere dediklerini dinletmeye çalışır.
Öğrenciler orada olmaktan mutlu görünmemektedir. İçsel güdülenme yoktur,
mecburiyet vardır. Öğretmenin öğrencilerden farklı olarak başında kepi üzerinde
cüppesi vardır. Öğrencilerle arasındaki statü farkını kıyafetler ile de
yansıtmaktadır. Demokrasi evrensel bir eğitim ilkesidir. Ama burada eğitim
tarzı kesinlikle demokratik değildir. Öğrenciler, emir-komuta zinciri
içerisinde geleneksel bir yaklaşımda davranmaya zorlanıyorlar. Baskıcı,
otoriter bir öğretmen modeli vardır ve bu yine daimiciliği benimsemesine
dayanır. Öğretmende ciddi bir iletişim sorunu vardır. Derste düz anlatım
yapmaktadır. Öğrenciyi derse dahil etmez.
Devamında
öğrencilerin birden ayaklanmasına ve okulu parçalayıp yıkmasına şahit oluruz. Okulu
ateşe verir ve bir şekilde içlerindeki nefreti akıtırlar. Bunların hepsi ana
karakterin kafasında kurduğu şeyler olsa dahi aslında öğrencilerin okula dair
düşüncelerini yansıtmaktadır. Burayı, Ivan Illich’in, okulların bütünüyle
ortadan kaldırmak isteyen radikal görüşüyle ilişkilendirebiliriz. Çünkü ona
göre okullar öğrencilere tek doğru fikrini aşılamakta, onları koşullandırmakta,
önceden hazırlanmış bir takım bilgi paketlerini dayatmakta, müfredatta
öngörülen bu bilgileri öğrenmeleri ve yaşamlarını buna göre düzenlemeye
zorlamaktadır. Bu da filmimizin okul sahnelerinde gördüğümüz dayatmacı,
disiplinli daimicilik felsefesini benimseyen öğretmenlerin sürekli aynı dersi
anlatmasıyla bağdaşır. Ve öğrenciler okulu yakarak bir şekilde özgürlüklerine
kavuşmuş olurlar.
Yine
başka bir radikal eleştiride okulda verilen eğitimin süreci ile ilgilidir.
Bireyler, istemediği mesleklere zorla yöneltilmekte, sanayinin ve toplumun
ihtiyaç duyduğu mesleklerin propagandası yapılmaktadır. Yani burada şiir yazan
çocuğun desteklenmemesi, öğretmenin kafasında şairlerin ülke için gerekli
olmadığını düşündüğünden olabilir. Burada başarılı bir eğitim sisteminde olması
gereken “öğrencilerin kendi yeteneklerini keşfetmelerini sağlamalı” maddesi
açıkça görmezden gelinmektedir.
Hepsi, hepsi sadece duvardaki başka
bir tuğla.
Filmin
ilerleyen sahnelerinde bir animasyon izliyoruz. Bu animasyonu kısaca anlatmak
gerekirse; yeni açmakta olan bir gül goncası ve kocaman yaprakları olan başka
bir çiçek hakkında. Gül goncası yeni açmaya başlar ve büyük çiçeğin özünden
beslenmek ister. Büyük çiçek bir süre küçük çiçeğin kendinden beslenmesine izin
verir daha sonra onu yemeye çalışır. Bir süre küçük çiçek ve büyük çiçeğin
boğuşmasını izleriz. En sonunda büyük çiçek küçük çiçeği koparır ve yutar.
Sonra çiçekler kaybolur ve bir duvar örülmeye başlar. Duvar önüne gelen her
şeyi yakıp yıkarak yoluna devam etmektedir. Bu sahnede büyük çiçeği eğitim
sistemi küçük çiçeğin de Pink olduğunu varsayarsak, Pink okulda eğitim almak ve
bu eğitimle kendini geliştirmek istemektedir. Fakat daha sonra eğitim
sisteminin sadece tek tip insan yetiştirmeye yönelik olduğunu ve onu sindirmeye
çalıştığını görür. Bu yüzden sistemin bir parçası olmamak için onunla savaşır
ve kurtulmaya çalışır ama sistem çok güçlüdür. Pink’i de kendi içine alarak o
meşhur duvarı inşa eder. Her bir birey bu duvarda bir tuğladır. Duvarın yoluna
çıkan evleri, çiçekleri yok etmesi de farklılıklara, hayal gücüne izin vermeyen
eğitim sistemine bir eleştiri olarak görülebilir. Ve en son çiçek duvardan
kurtulur ve çekice dönüşür. (Çekiç aynı zamanda Pink’in ambleminde de vardır) Ve
bu çekiç duvarı yıkmaya başar. Burası Pink’in büyüyüp faşist olması ve sistemin
parçası olmayı reddetmesiyle bağdaşabilir.
Filmin
bir diğer sahnesinde Pink yaklaşık 12-13 yaşlarındadır. Odasındaki pencereden
karşı evde oturan kızın üstünü giyinişini seyreder. Bir dürbünle kızı
gözetlemektedir. Burayı Pink’in Freud’un gelişim dönemlerinden biri olan
genital döneme girmiş olmasıyla bağdaştırabiliriz. Bu dönemde birey gerçek
anlamda karşı cinsten hoşlanmaya başlar ve olgun cinsellik özellikleri ön plana
çıkar. Bunun bir sonucu olarak da Pink kızlarla ilgilenmeye başlamıştır.
Yine
filmin son sahnelerine doğru Pink’in beklediği odaya geri dönüyoruz. O akşam
bir konseri vardır ve konsere saatler kalmış olmasına rağmen hiçbir hazırlık
yapmamıştır. Menajerleri yardımcıları bütün gün ona ulaşmaya çalışmıştır ama
ulaşamamışlardır. Son ana kadarda konsere hazırlanmaz. Odasına zorla girip onu
konsere zorla götürürler. Burada genç yetişkinlik döneminde olan adamın yaşamın
sorumluluklarını üstlenmekte ve topluma uyum kurmakta zorlandığını
görebiliyoruz. Zaten önceden de söylediğimiz gibi tek ebeveyn ile büyüyen
çocukların ilerde bu tarz problemlerle karşılaşması gayet olasıdır.
Film
genel olarak sisteme ve sistemin hayatımıza olan etkisine bir eleştiri
niteliğindedir. Replikleri olmayan filmde şarkı sözlerinin çok derin anlamları
var. Bu yüzden aralara şarkı sözlerini de yerleştirme gereği duydum. Derste
işlemediğimiz birkaç noktayı da kendim araştırdım, gerçekten eğitimle ilgili olduğunu
düşündüğüm için ödevde yer verdim. Onun dışında filmi izlerken not aldığım çok
sahne var ama bu dersle bir ilişki kuramadığımdan laf kalabalığı yapmak
istemedim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder