27 Aralık 2016 Salı

ARINMA GECESİ FİLM ANALİZİ


 purge ile ilgili görsel sonucu

Evet youtuber Duygu Özaslan'ın bir videosunda önermesi üzerine The Purge filmini izleme kararı aldım. Konusu ilgimi çekmişti ve uzun zamandır iyi bir gerilim filmi izlememiş olmanın açlığıyla da hemen oturup 1. ve 2. filmini izledim. Şimdi taze taze yazayım düşüncelerimi. 

  Öncelikle filmi izleyen hemen hemen herkesin konunun değişikliği konusunda hemfikir olduğunu düşünüyorum. Her ne kadar son zamanlarda distopik konular filmleri ve kitapları fazlasıyla ele geçirdiyse de kurgunun güzelliği sayesinde bazı yapıtlar diğerlerinden ayrılmayı başarıyor. Bunun onlardan biri olduğunu söyleyebiliriz ki 3. filminin çekilmiş olması bunu kanıtlar nitelikte. Peki bu filmin konusu ne mi. 

   Amerikan hükümetinin başı suçlular ve hapishanelerle derttedir. Cezaya çarptırılan suçluların sayısı kontrol altına alınamamakta bu nedenle de hapishaneler kapasitelerinin bir hayli üzerinde sayıda suçluyu barındırmaktadır. Bu soruna çözüm olabilecek son çare ise son derece ilginçtir.Yılda bir gece 12 saat boyunca suçlu ne yakalanacak ne de cezalandırılacaktır. Polise başvurulmayacak, hastanelerden de yardım istenmeyecektir. Bu 12 saat boyunca suçlular, bir şekilde suçtan etkilenen insanlar ya da sıradan vatandaşlar tarafından cezalandırılacaktır.

  Yani anlayacağınız yılda bir gün akşam 7'den sabah 7'ye kadar anarşik bir düzen vardır ve yasalar olmadığından herkes istediği suçu işleyebilir. Filmin bu noktasında bizi suç işlemekten alı koyan tek şeyin yasalar olup olmadığını sorguluyor insan. Sonuçta vicdan, din gibi şeylerde insanlar üzerinde bir yaptırım oluşturmalı. Ama işin aslının öyle olmadığını ve insanların içinde ne tür canavarlar beslediğini görüyoruz film boyunca. 

  1. filmde bütün olay bir evde geçiyor ve bir ailenin hayatta kalma çabasını izliyoruz. Kurgu olarak diğer 2 filmden daha basit olduğu söylenebilir. Bütçenin kısıtlı olması ve mekanın tek bir yer olması bunu etkiliyor tabii ki. Yine de filmde içimizdeki canavarı ve merhametli yanı görebileceğimiz bir hikaye kurgusu var. 2. film 1.'ye kıyasla daha fazla aksiyon ve gerilim içeriyor. 1. filmin başarısı sonucu 2. filme daha fazla para harcanması hem de kurgunun geldiği boyut cidden güzel bir film olmasını sağlamış. 1. film klasik bir ev istilası filminden öteye gidemezken 2. filmde bu ilginç konunun getirilerinin çoğu işlenmiş ve bu doğruluğu tartışılır düzenin birçok farklı yönüne değinilmişti. 

  İlk filmde ister istemez konunun bir havada kalması durumu söz konusu. Yani tamam böyle bir düzen geldi ama neden geldi? Amaç suç oranlarını düşürmekse eğer yılda bir kez ortalık kan gölüne dönünce mi düzeliyor ortalık. Yani yılın geri kalanında hırsızlıklar, cinayetler olmuyor mu? Tabii ki oluyor orası ayrı bir konu.  Peki o zaman arınma gecesinin asıl amacı ne? 2. filmde bu konununda üzerine gidiliyor ve aslında amacın daha çok ekonomik olan kısmı yüz üstüne çıkıyor. Bütün dünyada büyük bir problem olan sınıf farkının getirdiği sonuçlar, zenginlerin arınma gecesinde fakirlere zulmederek nasıl eğlendiğini görmek toplumlar arası farkın güzel bir eleştirisi yapılıyor. Aynı zamanda film anarşik düzene karşıda güzel bir eleştiri niteliğinde. 


26 Aralık 2016 Pazartesi

PİNK FLOYD THE WALL FİLM ANALİZİ

pink floyd the wall ile ilgili görsel sonucu


PİNK FLOYD THE WALL
The Wall, İngiliz rock müzik topluluğu Pink Floyd'un 1979 yılında yayınladığı aynı adlı albüme 1982 yılında Alan Parker tarafından çekilen, animasyonları da olan, pek fazla diyalog olmayan, albümün müziklerinin Hey You ve The Show Must Go On dışında tamamının bulunduğu bir film. Başoyuncu Bob Geldof'dur. Animasyonlar efsane sanatçı Gerald Scarfe tarafından yapılmıştır.
 *Bu yazı The Wall filmine eğitim bilimi ile ilişkilendirilerek yapılmış bir analizdir.

ANALİZ
Filmin ilk sahnesinde Pink evinde (otel odası da olabilir) oturmaktadır. Evi temizlemek için gelen kadın zile basar fakat Pink onu duymazdan gelir. Ev fazlasıyla dağınıktır. Filmin ilerleyen sahnelerinde de sıklıkla Pink’in evini dağınık görürüz. Yine filmin ilerleyen sahnelerinde Pink karısı olduğunu tahmin ettiğim kadın yanına geldiğinde ve onunla birlikte olmak istediğinde hiçbir şekilde kafasını televizyon ekranından çevirmez ve kadını görmezden gelir. Pink’in bu dağınıklığı, düzensizliğini, aldırmaz vurdum-duymaz tavırlarından Freud’un psikoseksüel gelişim dönemlerine göre anal dönemde baskıcı, hoşgörüsüz bir tutumla karşılaştığı çıkarımını yapabiliriz.
Dad, what you leave behind for me
Just another brick in the Wall.
Karakterimiz Pink’in babası savaşta ölmüştür. Babası hakkında bildiği çok şey yoktur ama onun kıdemli bir asker olduğunu fotoğraflardan dolayı bilmektedir. Yaptığım araştırmalar sonucu çocukların belli yaş dönemlerinde anne-babasıyla arasında bağ kurmaya ve özdeşleşmeye çabaladığını öğrendim. Çocuğun cinsiyeti kız veya erkek olsun ailesinin birtakım özelliklerini içselleştirir ve kendi tarzını oluşturmak ister. Pink’in bir sahnede babasının asker kıyafetlerini giymesi ve aynada kendine asker selamı vermesi, içten içe hiç tanıyamadığı babasıyla arasında bir bağ kurma çabasından, ona benzeme isteğinden kaynaklanıyor olabilir. Yine tek ebeveyn ile büyüyen çocuklar üzerine yaptığım araştırmada bu çocukların daha güvensiz, asi ve toplumsal kurallara uymada zorluk yaşayan kişiler olduklarını öğrendim. Pink’in ileriki yaşlarında faşist bir insana dönüşmesinde çocukluğunda yaşadığı bu sendromunda payı olduğuna karar verdim.
Büyüyüp okula gittiğimizde bazı hocalar vardı çocukları her fırsatta üzen.
Yaptığımız her şeyle dalga geçen
Çocukların özenle sakladığı her zaafı açığa çıkarıp dalga geçen.
Bir başka sahnede öğretmenler zili çalar. Bütün öğretmenler zili duyar duymaz ayağa kalkar ve aynı anda sınıflara doğru yürümeye başlarlar. Burada bir klasik koşullanma örneği görüyoruz. Bütün öğrencilerin sıralarında kusursuz bir şekilde oturup öğretmeni dinlemesi, öğrencilerin tek tip giyinmesi söz konusudur. Gerek öğrencilerin gerekse öğretmenin davranışlarına baktığımızda öğrenme yaklaşımlarından davranışçı yaklaşımın etkilerini görürüz. Daha sonraki bir sahnede bütün öğrenciler aynı tip maske takmaktadır. Eğitimi tanımlarken kurduğumuz “bireyin davranışlarında kendi yaşantısı yoluyla kasıtlı ve istendik davranış değişikliği meydana getirme sürecidir” yargısının birebir uygulandığını görüyoruz. Takip eden sahnede öğretmen öğrencinin defterinde yazdığı şiiri yüksek sesle sınıfta okur ve dalga geçer. Daha sonra şiir yazdığı için ve dersi dinlemediği için çocuğun eline sopayla vurur dersi anlatma devam eder. Dersi anlatırken “dediklerimi tekrar edin” diyerek matematikle ilgili bir konuyu anlatmaya devam eder. Çocuğun yazdığı şiirle alay ediyor çünkü kendi ideal doğrularına uymuyor. Burada öğretmenin daimiciliğin etkisi altında olduğunu ve değişimci yenilikçi rolünü tam kullanamadığını görüyoruz. Burada çocuğun karşılaştığı tutum çok önemlidir çünkü Erikson’ın gelişim dönemlerinden “Başarıya Karşı Aşağılık Duygusu” dönemindedir. Yani bu dönemde öğretmenin çocukla bu şekilde alay etmesi çocukta yetersizlik duygusunun oluşmasına sebep olacaktır. Öğretmenin çocukla dalga geçmesi, sopayla onu dövmesi Skinner’in ödül ceza kuramını uyguladığının bir göstergesidir. Diğer bir sahnede öğretmenin öğrenciye “Etini bitirmezsen muhallebi yok” demesi de ödül ceza yönteminin kullanılmasına örnektir. Fakat bu yaklaşımın çoğunlukla ceza kısmını uyguladığını görüyoruz. Çocuğun hayal kurmasına kesinlikle izin vermemektedir. Bilişsel öğrenme kuramına oldukça terstir.
Adamın karısıyla yemek yediği sahnede arkada kraliçenin bir resminin asılı olduğunu görüyoruz. Bu olaylar İngiltere’de yaşanmaktadır ve İngiltere’nin yönetim biçimi anayasal monarşidir. Eğitimin politik temellerini düşündüğümüzde öğretmenin düşünme biçimini, davranış biçimini düzenleyen gücün bir noktada mevcut iktidarı yüceltmek gayesi olduğu söylenebilir. Aynı zamanda öğretmen evde eşinden baskı görmektedir. Yine yemek yedikleri sahnede adam artık doyduğu için masadan kalkmak isterken karısı sert bir şekilde tabağı işaret eder. Öğretmen evde yaşadığı dışsal güdülenmeyi okulda öğrencilerine uygulamaktadır. Aynı zamanda öğretmenin davranışlarının yetiştirilme tarzının bir sonucu olduğunu da savunabiliriz. Eğitim sistemlerinin ideolojik kuşaktan kuşağa istenilen kültürü aktarma amacı vardır. Yani öğretmen kendi küçüklüğünde böyle bir sistemden gelmiş olabilir. Daimicilik ile de ilişkilendirebiliriz.  
Eğitime ihtiyacımız yok
Düşünce kontrolü istemiyoruz
Sınıfta aşağılanmaya son
Öğretmen, çocukları rahat bırak!
Hey, Öğretmen! Çocukları rahat bırak!
Diğer bir sahnede öğrencilerin bir çeşit fabrikaya tek sıra halinde girdiğini görüyoruz. Daha sonra işleniyor ve sıralarında oturmuş maske giyen tek tip bir hale geliyorlar. Burada her türlü farklılık, yaratıcılık yok edilerek tek tip insanlar üretmeye çalışan bir sisteme şahit oluyoruz. Diğer bir deyişle açık sistem anlayışı ile yürütülen okul hayatına metaforik bir yaklaşım olabilir. Başta fabrikaya giren öğrenciler sistemin girdileri, fabrikada işlendikleri sahneler değişim süreci, en son ortaya çıkan tek tip insan modeli ise çıktı kabul edilebilir. Ve daha sonra bu çıktılar tek tek fabrikanın bir makinesine düşüp sindiriliyor ve kıymaya dönüşüyorlar. Bu makinayı sistem olarak kabul edersek sistem bütün bu öğrencileri sindirip tek bir şeye dönüştürüyor diyebiliriz. Burada geri-bildirim evresi bir şekilde yok sayılmış ya da öğretmen tarafından önemsenmemiş ki, böyle robotlaşmış öğrenciler oluşuyor. Takip eden sahnede öğrenciler tek sıra halinde öğretmenin önünde beklerken elinde sopasıyla öğretmen öğrencilere dediklerini dinletmeye çalışır. Öğrenciler orada olmaktan mutlu görünmemektedir. İçsel güdülenme yoktur, mecburiyet vardır. Öğretmenin öğrencilerden farklı olarak başında kepi üzerinde cüppesi vardır. Öğrencilerle arasındaki statü farkını kıyafetler ile de yansıtmaktadır. Demokrasi evrensel bir eğitim ilkesidir. Ama burada eğitim tarzı kesinlikle demokratik değildir. Öğrenciler, emir-komuta zinciri içerisinde geleneksel bir yaklaşımda davranmaya zorlanıyorlar. Baskıcı, otoriter bir öğretmen modeli vardır ve bu yine daimiciliği benimsemesine dayanır. Öğretmende ciddi bir iletişim sorunu vardır. Derste düz anlatım yapmaktadır. Öğrenciyi derse dahil etmez.
Devamında öğrencilerin birden ayaklanmasına ve okulu parçalayıp yıkmasına şahit oluruz. Okulu ateşe verir ve bir şekilde içlerindeki nefreti akıtırlar. Bunların hepsi ana karakterin kafasında kurduğu şeyler olsa dahi aslında öğrencilerin okula dair düşüncelerini yansıtmaktadır. Burayı, Ivan Illich’in, okulların bütünüyle ortadan kaldırmak isteyen radikal görüşüyle ilişkilendirebiliriz. Çünkü ona göre okullar öğrencilere tek doğru fikrini aşılamakta, onları koşullandırmakta, önceden hazırlanmış bir takım bilgi paketlerini dayatmakta, müfredatta öngörülen bu bilgileri öğrenmeleri ve yaşamlarını buna göre düzenlemeye zorlamaktadır. Bu da filmimizin okul sahnelerinde gördüğümüz dayatmacı, disiplinli daimicilik felsefesini benimseyen öğretmenlerin sürekli aynı dersi anlatmasıyla bağdaşır. Ve öğrenciler okulu yakarak bir şekilde özgürlüklerine kavuşmuş olurlar.
Yine başka bir radikal eleştiride okulda verilen eğitimin süreci ile ilgilidir. Bireyler, istemediği mesleklere zorla yöneltilmekte, sanayinin ve toplumun ihtiyaç duyduğu mesleklerin propagandası yapılmaktadır. Yani burada şiir yazan çocuğun desteklenmemesi, öğretmenin kafasında şairlerin ülke için gerekli olmadığını düşündüğünden olabilir. Burada başarılı bir eğitim sisteminde olması gereken “öğrencilerin kendi yeteneklerini keşfetmelerini sağlamalı” maddesi açıkça görmezden gelinmektedir.
Hepsi, hepsi sadece duvardaki başka bir tuğla.
Filmin ilerleyen sahnelerinde bir animasyon izliyoruz. Bu animasyonu kısaca anlatmak gerekirse; yeni açmakta olan bir gül goncası ve kocaman yaprakları olan başka bir çiçek hakkında. Gül goncası yeni açmaya başlar ve büyük çiçeğin özünden beslenmek ister. Büyük çiçek bir süre küçük çiçeğin kendinden beslenmesine izin verir daha sonra onu yemeye çalışır. Bir süre küçük çiçek ve büyük çiçeğin boğuşmasını izleriz. En sonunda büyük çiçek küçük çiçeği koparır ve yutar. Sonra çiçekler kaybolur ve bir duvar örülmeye başlar. Duvar önüne gelen her şeyi yakıp yıkarak yoluna devam etmektedir. Bu sahnede büyük çiçeği eğitim sistemi küçük çiçeğin de Pink olduğunu varsayarsak, Pink okulda eğitim almak ve bu eğitimle kendini geliştirmek istemektedir. Fakat daha sonra eğitim sisteminin sadece tek tip insan yetiştirmeye yönelik olduğunu ve onu sindirmeye çalıştığını görür. Bu yüzden sistemin bir parçası olmamak için onunla savaşır ve kurtulmaya çalışır ama sistem çok güçlüdür. Pink’i de kendi içine alarak o meşhur duvarı inşa eder. Her bir birey bu duvarda bir tuğladır. Duvarın yoluna çıkan evleri, çiçekleri yok etmesi de farklılıklara, hayal gücüne izin vermeyen eğitim sistemine bir eleştiri olarak görülebilir. Ve en son çiçek duvardan kurtulur ve çekice dönüşür. (Çekiç aynı zamanda Pink’in ambleminde de vardır) Ve bu çekiç duvarı yıkmaya başar. Burası Pink’in büyüyüp faşist olması ve sistemin parçası olmayı reddetmesiyle bağdaşabilir.
Filmin bir diğer sahnesinde Pink yaklaşık 12-13 yaşlarındadır. Odasındaki pencereden karşı evde oturan kızın üstünü giyinişini seyreder. Bir dürbünle kızı gözetlemektedir. Burayı Pink’in Freud’un gelişim dönemlerinden biri olan genital döneme girmiş olmasıyla bağdaştırabiliriz. Bu dönemde birey gerçek anlamda karşı cinsten hoşlanmaya başlar ve olgun cinsellik özellikleri ön plana çıkar. Bunun bir sonucu olarak da Pink kızlarla ilgilenmeye başlamıştır.
Yine filmin son sahnelerine doğru Pink’in beklediği odaya geri dönüyoruz. O akşam bir konseri vardır ve konsere saatler kalmış olmasına rağmen hiçbir hazırlık yapmamıştır. Menajerleri yardımcıları bütün gün ona ulaşmaya çalışmıştır ama ulaşamamışlardır. Son ana kadarda konsere hazırlanmaz. Odasına zorla girip onu konsere zorla götürürler. Burada genç yetişkinlik döneminde olan adamın yaşamın sorumluluklarını üstlenmekte ve topluma uyum kurmakta zorlandığını görebiliyoruz. Zaten önceden de söylediğimiz gibi tek ebeveyn ile büyüyen çocukların ilerde bu tarz problemlerle karşılaşması gayet olasıdır.

Film genel olarak sisteme ve sistemin hayatımıza olan etkisine bir eleştiri niteliğindedir. Replikleri olmayan filmde şarkı sözlerinin çok derin anlamları var. Bu yüzden aralara şarkı sözlerini de yerleştirme gereği duydum. Derste işlemediğimiz birkaç noktayı da kendim araştırdım, gerçekten eğitimle ilgili olduğunu düşündüğüm için ödevde yer verdim. Onun dışında filmi izlerken not aldığım çok sahne var ama bu dersle bir ilişki kuramadığımdan laf kalabalığı yapmak istemedim.